Not düşelim:
Yaşamak için alanların önceden sunulmuş standartlarını reddederseniz eğer o alanları kendi emeğinize,duyarlılığınıza, yeteneklerinize göre o alanları kendiniz yaratmanız gerekir. Camille Claudel de tam olarak bunu yaptı ancak dönemin erkek egemen standartlarına direnmesine rağmen birgün akıl sağlığını yitirdi ve hayatının geri kalan otuz yılını -ölene değin bir akıl hastanesinde geçirmek zorunda kaldı. Bir heykeltraş olarak rüştünü kanıtlamış ve bugün hala heykelleri sergileniyor olsa da kendi dönemi ve çevresi onun kadar tutkuya, yeteneğe ve zekaya sahip değildi. Bu sebeple cezalandırıldı. Film de akıl hastanesine kapatılana dek olan süreci işlemektedir.
Aykırı her davranışın,delilik olarak addedildiği bir dönemde yaşamak zorunda kalan, yetenekli, zeki ve güzel bir kadın heykeltraş olan Camille; döneminin ünlü heykeltraşlarından olan Rodin ile yasak aşk yaşamaya başlar. Seneler süren bu birliktelik, Rodin’e ilham verip,yaşamını parlatırken, Camille’in ise içindeki kendisi için yaratma ateşini sekteye uğratıp,tüm yaratıcılığını Rodin’in eserleri için kullanmaya başlamasına sebep olur. Bu ilişkide her şey tükenip, sona gelindiğindeyse Camille, toplumun ikiyüzlülüğü ile baş başa kalır.